Akl-ı selim sahibi olup da düşünen bir insanın Rabbi'ni bulması, O'na ve bu ilahî ihtişam ve azamete hayran olması gayet kolaydır. Bu, selîm ve berrak bir vicdanın en tabii neticesidir. Bir insan, kâinatta ve kendisinde olup bitenleri hakkıyla düşünse, hakkı inkar eden biri ise imana kavuşur, mü'min ise imanına seviye kazandırır; mârifet ve muhabbet basamaklarında yol almaya başlar.
Basîret; ilim, zekâ, tecrübe ekseninde doğru ve ölçülü bakış, uzağı görme, kalp ile görme, kalp ile görme ya da gönül gözüne işaret eder. Erdemli değerler üzerine hayat süren, maneviyatını geliştiren insana Allah tarafından verilen bir özellik niteliğindedir.
Basiret, seçilmesi gereken şey ile uzak durulması gereken şeyi belirlediğinden, risk ve karar almayı gerektirir.
Basiret ancak saygın bir amacın hizmetinde olursa kendisini gerçekleştirir.
Akletmek, pratik hayattan kopuk, teorik bir iddia değildir. Bilakis, pratik hayatta her ne ile karşılaşırsak, o konuda ilmi olarak ve en güzel biçimiyle onun gereğini yapmaktır.
Meselâ;
Yargıçlar için akletmek, hukukun, adaletin gereklerini yerine getirmektir.
Doktorlar için ise, aldığı eğitimin hakkını vererek hastalarını en iyi şekilde tedavi etmesidir.
Muhâkeme, bir konu hakkında bilgi ve verileri değerlendirerek, doğru ve mantıklı bir sonuca ulaşabilme yeteneğidir.
Muhâkeme aynı zamanda bir olay nedeniyle karşılıklı bir şekilde tarafların dinlenip, görüşlerinin değerlendirilip karara varılma durumunu anlatmak için de kulllanılır.
Muhâkemeli insan, bir konu hakkında bilgi ve verileri değerlendirerek, doğru ve mantıklı bir sonuca ulaşabilen kişidir. Önemli özellikleri, eleştirisel düşünme becerisine sahip olan, önyargılarından arınmış, objektif ve tarafsız düşünebilmektir.
İz’an: Basiret, anlayış ve teslim olup itaat etmek manalarına geliyor. Bir şeyin hakkaniyetine ve doğruluğuna kalp ve akıl ile beraber karar vermek demektir. Bazen kalp bilir, akıl bilemez, akıl bilir kalp karar veremez. İz’anda ise hem akıl hem de kalp şuur ve idrak içindedir.
İz'an, bir şeyin şuurunda olmak ve onu külli ve ihata ile idrak etmek anlamına da gelir. Neticesi de imtisaldir. Yani, her şeyini etraflıca anladığı ve kabul ettiği şeye şuurlu bir şekilde uymak ve itaat etmektir.
Vicdan, "kalp gözü" ya da sadece "kalp" olarak nitelendirilir çoğu zaman. Yaradan'ın ruha koyduğu insaf ve merhamet hislerinin yöneticisidir o. Kişiyi doğru olana, insani olana yönlendirir. Haksızlık karşısında içten gelen sızı ve hak olanı bulma yolundaki ilk adımdır.
Günümüzde yitip gitmeye yüzünü dönmüş olan bu özelliğin tamamen yok olmaması ve canlı kalabilmesi için gerekli olan şey "iman"dır belki de. Bu açıdan bakıldığında vicdan, ruhun manevi bir kuvvetidir.
İnsanı iyiyi kötüden hayrı da şerden (kötülük) ayırt etmeye vakıf kılar.
Fertleri arasında vefa olmayan toplumlarda güven itimat sarsılır, sosyal bir çözülme başlar. Vefakarlık, dostlukların devamını sağlayacağından, sosyal dayanışmayı daha güçlü kılar. İnsanlar arasında olduğu gibi, cemiyet ve devletin de kendisine hizmet etmiş kişilere vefakar davranması, onların kıymetini takdir etmesi gerekir.
En büyük vefâkarlık, yaratanını tanımak, kulluk görevlerini yapmak, verdiği nimetlerin kıymetini bilmektir. En büyük nankörlük te kulun, Rabbı'nı inkâr etmesi, O'nun yüceliğini tanımamasıdır.
Zekânın insana kazandırdığı en önemli zihinsel kabiliyet farkındalık şuurudur. Farkındalık, kişinin yakın çevresi ve içinde yaşadığı toplum hakkında bilgi sahibi olması demektir.
Kitap okumak, karşı tarafı dinlemek, empati kurmak farkındalık şuurunun gelişiminde en önemli faktörlerdir.
Sezgi, bir düşünce konusunun doğrudan doğruya, kasıtlı veya tercih olmaksızın birden bire kavranması olarak da tanımlanmıştır.
Meta fiziğe dayanan gaipten gelen bir "iç görü" olarak tanımlayan da vardır. Yalnız bilim camiasında yaygın şekliyle "daha önce öğrenilenlerin çabucak işlemek ve karara varmak" anlamında kullanılmaktadır.
Örneğin itfaiyeciler, polisler, çabuk karar alması gereken tüm meslekler daha önce öğrendiklerini hemen uygulamaya dökmek anlamında sezgiyi kullanmalıdır. Birileri ölürken mantık ve muhakeme yollarını çarpıştırmak daha kötü sonuçlara yol açabilir.
Müsâmaha, ahlakî bir terim olarak insanlara yükümlülükleri konusunda kolaylık göstermeyi, toplumsal yapıyı sarsıcı özellikte olmayan hata ve kusurları hoş görmeyi, farklı düşünce,inanç ve davranışları özgürce dile getirmeyi ifade eder.
İslâm, dini yükümlülüklerde kolaylık ilkesini benimsemiş ve bu ilke müsamaha kavramıyla belirtilmiştir. Allah, insanlar için zorluk değil, kolaylık murat eder.
Müslümanlar, kendi aralarındaki ilişkilerde de hoşgörülü ve kolaylaştırıcı olmaya özendirilmiştir. Allah'ın affının genişliğini ifade eden ayetler, O'nun kullarına musâmahasını göstermesi yanında dolaylı olarak insanları da müsamahakar olmaya teşvik etmektedir.
Comments